12 Ocak 2011 Çarşamba

Tarihin Tozlu Sayfalarından...

Yıllaaaaaaar yıllar önce 3-4 yaşlarında yaptığım resimler...  tozlu dosyalar arasından gün yüzüne çıktı...
Devamını Oku

4 Ocak 2011 Salı

Teori vs. Pratik

Yurdumun öğretmen adayı vakti zamanında(öğrenciliğinde) bol bol öğretmen olmaması gereken öğretemene maruz kaldığı için nasıl bir öğretmen olmaması gerektiğini çok iyi bilir. Dahası üniversitedeki derslerinden, eğitim bilimlerinden aldığı gazla gelmiş geçmiş en iyi öğretmen olacağını düşünür. Teoride herşey mükemmeldir. Mükemmel okullar, mükemmel veliler ve mükemmel velilerin ortak yapımı genetik mucizesi mükemmel öğrenciler vardır. Eğitim bilimlerinde öğrenemeyen öğrenci yoktur, öğretemeyen öğretmen vardır.  Bu sebepten her zaman öğretmen birşeyler yapmalıdır, çünkü karşısında fix, öğrenmeye hazır öğrenciler vardır ve eğer öğretmen öğretebiliyorsa her öğrenciyi oyun hamuru misali şekillendirebilir. Tüm bu bilgileri hafızaya atan öğretmen adayımız öğretmeye hazır hale gelir.

Teoride her şeyi öğrenen öğretmenimiz iş öğrendiklerini pratiğe çevirmeye gelince balıklama çakılır. Kitaplarda, kaynaştırma öğrencileri, şehir merkezindeki teknolojiden yoksun kara tahtalı okullar, problemli veliler ve bu problemli velilerin problemli çocukları yoktur. Sözün özü teori gerçek hayattan kopuktur. Yeni öğretmenimiz üniversitede aldığı gazla birlikte betona çakılır. Memurlar.net'e bakarsanız eğer, mezun olmak ve atanabilmek için çektikleri eziyete rağmen, bu iş bana göre değil istifa edeceğim diyen bir dünya öğretmen görebilirsiniz. Kalanlarsa, çağdaş eğtim sisteminin bir işe yaramadığını sanan ve sözde tecrübeli öğretmenlerin "tecrübe konuşuyor genç!" nidaları ile birlikte tüm öğrendiklerini unutarak geleneksel eğitim sistemine geçiş yaparlar.

İlk öğretmenlik tecrübesinde( yaklaşık 1 yıl önce)  hayal kırıklığı yaşayanlardan biri olarak şunu söyleyebilirim, sorun öğretmen ile öğrenci arasındaki iletişim bozukluğu, hatta kuşak çatışması.(ki bu çatışmadan oldukça komik anlar yaşanır sınıfta :D, başka bir postta bahsederim) Öğrencinin dilinden konuşabilmek, onların seviyesine inmek, teorik bilgilerimizi uygulayabilmenin önkoşulu. İlk aşamada takılırsak, çağdaş eğitim sistemi yalan olur. Öğrencilerin öğrenmeye programlanmış yaratıklar olmadıklarını, onların da normal insanlar gibi sorunlar yaşadığını hatta bu sorunlardan  yetişkinlerden daha fazla etkilendiklerini göz önüne alarak beyinlerinden önce ruhlarına hitap ederek eğitim ve öğretimin hakkının verilebilineceğini düşünüyorum. Piyasada bu konuyla ilgili oldukça güzel kitaplar var, birkaçı:


ERGEN PSİKOLOJİSİ VE İLETİŞİM
* Çocuğunuzun konuşmalarından hiçbir şey anlamıyor musunuz? * Siz ne derseniz tam tersini mi yapıyor? * Saatlerce odasına kapanıp yüksek sesle müzik mi dinliyor? * Çok mu sinirli? * Hiç olmadık bir nedenden dolayı saatlerce oturup ağlıyor mu? * Düşünceleriniz sürekli eleştirip sizi küçümsüyor mu? Tamam, panik yok! Bebeğiniz sadece delikanlı ya da genç kız oluyor... Bu dönemde onun ergen dünyasında neler olduğunu öğrenseniz, ebeveyn-çocuk arasında en çatışmalı geçen dönemi daha sağlıklı atlatabilirsiniz. Bunun yolu da ergenlik psikolojisini anlayıp buna göre onlarla iletişim kurmamızdan geçer. Psikolojik Danışman Rukiye Karaköse, "Ergen Psikolojisi ve İletişim" adlı kitabını, anne babalara ve eğitmenlere ergenlerin dünyasını anlamaları için hazırladı.

AİLE OKUL BİRLİKTELİĞİ
: "BU İYİLİĞİ UNUTMADIM VE UNUTAMAM" İlkokul 1. sınıfta babamın görevi dolayısıyla sömestr tatiline yakın bir zamanda bir okuldan başka bir okula naklim alınmıştı. Benim okulumda biz hala fişleri öğrenirken yeni geldiğim okulda hemen hemen bütün öğrenciler okumayı sökmüşlerdi. Hepsi kitap, gazete okuyabiliyordu. Ben onların arasında üç-beş gün hiçbir şey bilmeyerek gidip geldim. Çok huysuz bir çocuk olmaya başladım. Onlar okuma-yazmayı biliyorlar diye aşağılık kompleksine giriyor, yanıma gelen benimle arkadaş olmak isteyen çocukları ya kovuyor ya da onlara bağırıyordum. Huysuzluğumu eve de yansıtıyor, en ufak şeylere bile ağlıyordum. Sonra öğretmenim ve ailem birlikte bu durumun farkına vardı. Annemle babam yeni öğretmenimin yanına giderek bir şeyler yapmaya çalıştılar ve başardılar da. Öğretmenim okulda resim, beden, müzik gibi derslerde benim yanıma gelerek benim okumayı sökmem için çalışırken akşamları da annemle babam benimle uğraşıyorlardı. Nitekim ben bir hafta içinde okumayı sökmüştüm. Okumayı bilmek sevinci bana yetiyordu. Arkadaşlarımla da iyi geçinmeye başlamıştım. Öğretmenimin ve ailemin bana yaptığı bu iyiliği unutmadım ve unutamam.
                                                    SINIFTA POZİTİF DİSİPLİN
Disiplin Ceza olarak ve hep olumsuz manada algılandığı bir eğitim sisteminde, Pozitif Disiplin, oldukça yeni bir kavramdır. Elinizdeki bu eser, eğitimin öğretmen ve öğrencinin aktif katılımıyla oluşan bir süreç olduğu anlayışında yola çıkarak eğitimde aile - öğrenci ve öğretmenin işbirliğini temel alan bir eğitim modeli önermektedir.
Sınıfta Pozitif Disiplin, çocukları sorumluluksahibi vatandaşlar olrak yetirmeye çalışan bir eğitim programıdır. Bu programda öğretmenler, öğrencilerin yetişmesi amacıyla sınıf toplantıları düzenlenmektedir. Bu toplantılarda öğrenciler dinlenme, farklı fikirlere saygı duyma, iletişim kurma, tartışma, yardımlaşma gibi sosyal beceriler öğrenmektedirler. Okul, iş, aile, toplum ve hayatın bütün alanlarında pozitif bir yaklaşım tarzıyla yetiştirilen öğrencilerin akademik başarı seviyesi de yükselmektedir.
Bu yöntemle yetiştirilen öğrenciler, okuldan sadece birtakım akademik bilgileri öğrenmekle kalmayacak; bilgiye giden yolları ev toplumda sorumluluk sahibi bireyler olmayı da öğreneceklerdir.

ÇOCUKLARIN DAVRANIŞLARINI OKUMAK
Çocukların Davranışlarını Okumakta Levine, bize çocukları sorunlu davranışlar ortaya koymaya iten sebepleri anlayabilmemiz için, bu davranışları nasıl gözlemleyeceğimizi, sorgulayacağımızı ve konuların hangi açılardan ele alınabileceğiyle ilgili yol gösteriyor. Çocuklar farklı şekilde düşünürler; onlar minik yetişkinler değillerdir. Ortaya konan davranışların çoğu zaman, çocuğun dili belirli sınırlar dâhilinde kullanması, psikolojik gelişiminin seviyesi ya da yaşamış olduğu travmatik bir olay nedeniyle anlatamadıklarını ifade ediyor. Davranışı değiştirme girişiminde bulunmadan önce bu davranışı çocuğun bakış açısıyla anlamamız gerekir. Levine bizlere, örnek anekdotlar aracılığıyla bütün bunları nasıl yapabileceğimizi anlatıyor. Elinizdeki kitapta ele alınan konular, karşı gelme ve akademik başarısızlıktan şartlı refleks yitimi, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu (DEHB), travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) şüphesi ve yaralanmayla sonuçlanan haylazlıklara kadar çeşitlilik gösteriyor. Çocukların Davranışlarını Okumakta davranışsal müdahalelerin geçmişi hakkında bir şeyler öğrenecek, çocukların bu müdahaleleri nasıl algıladıklarını kendilerinden dinleyecek ve etkili yardım stratejilerinin hayata geçirilmesiyle, sorunlara işinde uzman bir sosyal hizmet uzmanının penceresinden bakacaksınız.
                                                OKUL ÇAĞI ÇOCUĞU
Çocuğunuzun İlk 6 Yılı isimli kitabın devamı niteliğinde hazırlanmış olan Okul Çağı Çocuğu, bu dönemin gelişim özellikleriyle, eğitimindeki öncelikleri, ana-baba ve öğretmenlere tanıtmayı amaçlamaktadır.
Okulöncesi döneminde mantıklı bir düşünce sisteminden yoksun olan, zihinsel gelişim yönünden henüz sezgisel düşünme evresinde bulunan çocuk, ilkokul çağına geldiğinde matematiksel simgeler, genel kurallar ve temel mantık gibi daha soyut kavramları anlamaya başlar.
Özel bir öğrenme durumundan yola çıkarak genellemeler yapılabilir. yeteneklerinin ve sınırlılıklarının farkına varabilir. Bütün bu değişim ve gelişimde ailenin olduğu kadar, okulun ve öğretmenin rolü de büyüktür.
Devamını Oku

1 Ocak 2011 Cumartesi

ADIYAMAN

Yeni yıl, yeni hayat... daha güzel bir zamanlama olamazdı sanırım. Dün itibariyle, 14. tercihim olan Adıyaman- merkezdeki güzel mi güzel bir okula atanmış bulunuyorum. Adıyaman'ı keşfetmek dahası yeni öğrencilerimle (a.k.a: yavrular :D ) tanışmak için sabırsızlanıyorum! let the teacher teach!!! :D

YAPMADAN DÖNME

* Dünyanın 8. Harikası Nemrut Dağını görmeden, güneşin doğuşu ve batışını izlemeden,
* Kommagene Uygarlığı eserlerini görmeden,
* Atatürk Barajı Kahta Sahilindeki lokantalardan balık yemeden,
* Adıyaman Müzesini gezmeden,
* Yörede dokunan halı, kilim, cicim heybe ve Nemrut heykelleri almadan,
* Adıyaman’ın tarihi ve turistik yerlerini gezmeden,
* Oturakçı pazarında alışveriş yapmadan,
* Besni Üzümü almadan
* Adıyaman’a özgü ; Adıyaman Hıtabını, Adıyaman Tavasını, Adıyaman Kebabını, Şillik Tatlısını,
yemeden,
* Harfane gecesini izlemeden,
* Turizm OSKAR’ı da sayılan ve Müzede sergilenen, kısa adı FIJET olan Uluslararası Turizm Yazarları ve Gazetecileri Federasyonu tarafından Nemrut Dağına verilmiş olan “Altın Elma” Ödülünü görmeden, dönme...

Devamını Oku